Last updated on 15/05/2021
Bir Byung-Chul Han kitabını açıp içinde kaybolmak en sevdiğim şeylerin başında geliyor. Kendisinin tüm eserlerini defalarca okudum, her okuyuşumda yeni şeyler anlıyorum.
Aynı ırmağa iki kez girilmez sözüne vurgu yapacak olursak aynı kitap da iki kez okunmaz diyebilirim. Aynı kitabı her okuyuşunuzda yeniden okumuş olursunuz, kitabı okumak demek oradaki kelimeleri gözünüzle takip etmek ya da sesli şekilde dışarıya aktarmak değildir. Kitap okumak demek okuduğunu anlamak ve anladığını yorumlamaktır.
Anlamamak da bir anlayış biçimidir. Çevremizdeki çoğu insanın en büyük sorunu anlamadığını anlayamamasıdır.
Byung-Chul Han kitaplarını her okuduğumda bir önceki okumama göre daha farklı bir insan olduğum için ve sabit görüşlerim olmadığı için, faydalanıyorum diyelim.
Yoksa bu paradoks bitmeyecek : )
Telefonu elinizden alıp istemsiz şekilde saatlerce elinizden düşüremiyor musunuz? Telefonunuzu kimse aramasa bile ya da WhatsApp bildirim sesi gelmese bile yine de ne var diye kurcalayıp duruyor musunuz?
Çoğunluğumuz böyle…
Telefonumuz bizim dijital abur cuburumuz, nasıl ki acıkınca insan sağlıksız abur cuburlar ile geçiştirir biz de “sıkılınca” sarılıyoruz hemen bu sağlıksız dijital abur cuburlara. Burada bir zorlama yok, emir veren yok burada bizi “baştan çıkaran” algoritmalar var.
Bakın ikisi çok önemli.
Sıkılan insan.
ve sonucu:
Baştan çıkarılan insan.
Sıkılan insanı ayartan teknolojiler, tarihteki en büyük diktatörlerden daha tehlikeliler. Ortada bir yasak yok, bir emir ya da zorunluluk yok ama bilmeden, farkında olmadan ve en önemlisi “istemeden” insanlar telefonu ellerinden düşüremiyorlar, hepsi başka şeyler istiyorlar ama sadece istiyorlar.
telefona bakıyorlar,
istiyorlar sonra
yeniden bakıyorlar!
Kimse sizi zorlamıyor ama bakıyorsunuz, bakıyoruz, neden?
İnsanlar yönlendirildiklerinin farkında bile değiller, ne istiyorlarsa onu yaptıklarını sanıyorlar, aylaklık yaptıklarını sanıyorken aslında dijital kölelik yapıyorlar, içerde gezdikçe para kazandırıyorlar karşılığında ise içerde gezme hakkı kazanıyorlar: Karın tokluğuna kölelik bu!
Byung-Chul Han beğendim kapitalizmi derken bunu kastediyor. Aklı olan bir güç, gücünü göstermez, zaten “güç” kavramı “giz”den gelir. Bugünün büyük ve güçlü kaleleri bizi bağımlı kılarak ve özgür hissettirerek hükmediyor.
Jenny Holzer “İstediğim şeyden koru beni” diyor.
Beğendim kapitalizmi gönüllü olarak teslim olduğumuz bir durum haline geldi. Panoptikonunu cebinde taşıyan insanlar, panoptikon bir çeşit hapishanedir. Nasıl ki hayatımızdaki her şey kişiselleşiyor, işte herkesin kendisine ait bir hapishanesi var.
İşin güzel yanı kimse hapsolduğunu ya da eski Viking filmlerindeki gibi kırbaçlarla kürek çektiğini hissetmiyor…
Kararlarınızın size ait olmadığını anlattığım seçim mimarisi yazımı buraya tıklayarak okuyabilirsiniz.
Yine benzer bir konu için dürtme teorisi yazımı buradan okuyabilirsiniz.
İşte dünyada gücün el değiştirme hikayesi;
Önce; Hünkar beğendi
Sonra; Şefin tavsiyesi
ve finalde Beğendim kapitalizmi…
Naçizane bir tavsiyem var; gerçekten yaşamak istiyorsanız sıkılın! Sıkılmamak için yaptığınız her şey size zarar veriyor. Acıkınca o an aç kalmamak için ağzınıza hızla attığınız şeyler nasıl obez yapıyorsa sıkılınca yaptıklarınız da sizi dijital obez yapıyor, yazısı da burada.
Sıkılmaktan korkmayın, korkmaktan sıkılın!
Nasıl mı? Sosyal medyaya girmezsem ne kaçıracağım korkusunu yenerek…
[…] Eskiden “büyük birader bizi izleyecek” diye korkan insanlar bugün “herkes beni izlesin” telaşı içindeler. Bu sözün üzerine, dün yazdığım beğendim kapitalizmi yazısını okumanızı öneririm, buraya tıklayabilirsiniz. […]