Last updated on 03/05/2021
Yıllardır dizi izlemiyorum ya da roman okumuyorum. Sadece alanımla ilgili ve alanımı saran konuları kapsayan kitaplar okumaya özen gösteriyorum.
“Bir şeyin her şeyini, her şeyin bir şeyini bilmek”
Çabam bunu sağlamak için, üstte yazdığım önemli söz ile ilgili bir yazı yazmıştım, T modeli gelişim yazımı buraya tıklayarak okuyabilirsiniz.
Hayatımda hiç Demet Akalın şarkısı dinlemedim ama nasıl oluyorsa hepsini ezbere biliyorum, sağda solda çalıyor ve maruz kalıyorum. Aynısı diziler için de geçerli, Cansu Dere’nin oynadığı Sadakatsiz isimli bir dizi var, dizi ile ilgili bildiğim tek şey bu, herkesin bu dizi hakkında konuştuğu. Dizinin aile yapısını bozacağından bahsedenler var, çok iyi olduğunu söyleyenler de…
Sadakatsiz dizisi ya da oluşturabileceği sadakatsizlik insanları korkutuyor ama asıl korkmamız gereken şey sadakatsiz değil liyakatsiz insanlar. Sadakatsiz insana güvenmezsin, önlemini alırsın ama liyakatsizse seni tehlikeye atabilir.
“Akıllı düşman akılsız dosttan hayırlıdır”
TDK sözlüğüne göre liyakat: Bir kimsenin, kendisine iş verilmeye uygunluk, yaraşırlık durumu.
İmam-ı Gazâli’nin konu ile ilgili önemli bir sözü
“Layık olmadan devletin makamlarına atananlar, altındakileri ısırır, üstündekilere kuyruk sallarlar.”
Liyakat (arapça) bir işi yapma yeterliliği olana vermek anlamına gelir, layık kelimesi buradan çıkmış.
Peygamber Efendimiz: “Emanet zayi edildiğinde kıyametin kopmasını bekleyin. ‘’Ya Resulallah, emanetin zayi edilmesi nasıl olur?’’ diye sorulunca “Görev ehlinden başkasına verildiği zaman kıyameti bekleyin.” buyuruyor.
Alev Alatlı bir röportajında “Liyakat sorununu çözebilirsek rahmetli Özal’ın kehaneti doğrulanır. 21. yüzyıl gerçekten de Türklerin yüzyılı olur.” diyor.
Liyakat önemlidir, hep önemli olmuştur.
Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.
Nisâ, 4/58
Üniversite diploması ile liyakat satın alınamaz, ben şu bölümü bitirdim ama o bitirmedi, ben liyakatlıyım o değil. Sen gazetecilik bitirmişsin, 22 yaşındasın hayatında 5 ödev yazmışsın onu da hocalar ödev verdi diye zorla yazmışsın, diğer tarafta her gün blog yazan, haber yazan bir genç var sonra diyorsun ki o liyakat sahibi değil, benim hakkımdı. Yok öyle dünya kardeş…
Ne lise mezunları var, doktora derecesi olanlardan daha çok işe yarıyor. Doktora yapınca bir şey mi olduğunu sanıyorsun? Ne değişiyor, diploma ile liyakat olmaz, diploma bunun ayaklarından birisidir ama en önemli ayağı değildir.
Özgeçmişler üzerine konuşalım biraz da!
Yöneticilik yaptığım dönemde her gün önüme özgeçmişler gelirdi, şuradan mezun oldum, şu sertifikayı aldım, şurada (şans eseri ya da tanıdıklar sayesinde işe girip) çalıştım gibi şeyler yazıyordu.
Çok azında “yetkinlikler” bölümü vardı. Bilader, sen ne işe yarıyorsun, hayırdır?
Yetkinlikler çok önemli, bugün siz 4 yıllık bir okula girip diploma alana kadar öğrendiğiniz şeyler eskiyor.
Tamam ama bize üniversitede bir şey öğretmedilerse biz ne yapalım?
Diye sorabilirsiniz…
Üniversite size düşünmeyi öğretir, sorgulamayı öğretir, tartışabilmeyi ya da “ben yanılmışım” diyebilmeyi öğretir. Üniversiteden bunları almanız gerekiyor, zamanla modası geçecek olan programları değil, üniversite de bunu size veriyor.
Kişisel liyakat konusuna bakış açım böyle bir de yöneticilik ve liyakat konusuna minik bir dokunuş yapalım.
Bir kere şunu anlamış değilim, bir insan gerçekten bilgi sahibi olmadığı bir konuda nasıl utanmadan yöneticilik yapabilir, aklım almıyor! İnsanın hiç utanması olmaz mı, hiç mi karakteri olmaz…
Bunu atlayacak olursak yöneticilik ülkemizde tam olarak anlaşılmış bir durum değil, yönetmek için orada herkesin yaptığı işi bilmek zorunda değilsiniz. İyi bir yönetici işe aldığı kişileri seçerken “benden iyi olmalılar ve benim düşünemediklerimi düşünerek beni ve yönettiğim yeri ileri taşımalılar” der.
Burada şöyle bir sorun var, eğer işi tam iyi bilmiyorsan karşındakinin iyi olduğunu nereden anlayacaksın?
Basit, profesyonel destek alacaksın, yöneticiliğin ilk adımı budur. Türkiye’de bakkal bile yönetiyorsan “herbokolog” olmak zorundasın, her konudan sen anlarsın ve soru sormak acizliktir. Yönetici soru sormaz kardeşim, olur mu öyle şey!
Yönetici olarak kişileri seçtin ve işe aldın, çalıştıracaksın. Yöneticinin işi yönetmektir, bizde bu yönetmek demek insanları yönetmek olarak algılanıyor. Yönetici olarak getirdiğin kişi bir çobandan bile vasıfsızsa insanları da koyun gibi yönetmeye çalışır ki çoban diyerek geçme bu ülkede çobanlık yapan Demirel Cumhurbaşkanı oldu, aslında insan kaynağı açısından burası bereketli topraklar.
Yöneticinin işi süreci yönetmektir, bir yazılım ekibinin başındasın ama hayatında kod yazmadın, yapman gereken basit bu adamlara güzel bir kahve makinesi al, rahat koltuklar al, onları motive et, bilmediğini belli edip onların da moralini bozma, başlarında bir salak olduğunun farkına tamamen varmasınlar.
Ama ne yapıyorlar, adam salak olduğunu göstermeye kararlı bilmediği her konuda o kadar çok yorum yapıyor ki finalde çalışanlar “biz bu salak için bu kadar çalışmamalıyız” diyorlar. Yönetici anlamadığı iş ile ilgili kendinden o kadar emin konuşuyor ki ekibi yılıp gidiyor.
İşte bizim anladığımız yöneticilik tarzı bu.
Geçenlerde bir zincir marketin önündeydim, en prestijlilerinden birisi. Marketin önünde bir “hayvan” herif kadın çalışana bağırarak yanlışlarını söylüyordu, sanırım oranın müdürüydü. Bu sahneyi görünce bu yazıyı yazmak istedim.
Bir konuda sorumlu olan herkes aynı zamanda sorunlu olmaya başlıyor. Sorumlunun işi sorun çıkarmamaktır ama en çok sorunu sorumlular çıkarıyor.
Yaz yaz bitmeyecek bu yazı, burada keseyim artık, sinirden ter bastı…
Tolga Akkuş, sen gördüğüm en iyi yazarların başında geliyorsun. Bu kadar doğal şekilde derdini anlatabilmen beni benden alıyor
Eline koluna yüreğine sağlık